THE HANDMAID'S TALE -Dizi incelemesi

Pazar gecesi Golden Globe (Altın Küre) ödülleri sahiplerine kavuştular. İzlediğim dizilerden dördü ödüllendi. Bunlar:

The Handmaid's Tale 
Big Little Lies 
Fargo
This is Us 

Golden Globe'da diziler ve filmler dışında bu sene siyah giyinip Time's Up diyerek Hollywood'daki taciz skandallarını protesto eden aktivistler ve bu protestoya destek olan ünlüler dikkat çekti. 

Aslında 2017 dizileri başlığı altında bir yazı yazmayı düşünüyordum ama böylesi kısmetmiş :) 
Bugün The Handmade's Tale üzerine izlenimlerimi aktaracağım. Önümüzdeki günlerde de diğer ödüllü dizileri de uzun uzun anlatacağım ;) Bu yazı ciddi bir şekilde spoiler içerebilir şimdiden uyarayım ona göre okuyun! :) 

Öncelikle şunu söyleyeyim Türkiye'ye The Handmaid's Tale'i getiren BluTv olduğundan başka hiçbir yerde diziyi bulamıyorsunuz. Bırakın altyazılısını altyazısız ingilizce bile bulamıyorsunuz. Çok uzun bir süre zaten diziyi bir yerlerde bulmakla uğraştım. Sonunda çok çok az bir kısmını altyazılı izleyip geri kalanını altyazısız bir şekilde bulup izledim. Margaret Atwood'a ait olan kitaptan uyarlama yapılmış. Kitapla birebir gitmiyor dizi ama oldukça sürükleyici. Yazımın geri kalan kısmında diziden bahsederken Türkçe ismi "damızlık kızın öyküsü" çok itici olduğundan ve The Handmaid's Tale de çok uzun olduğundan THT kısaltmasını kullanacağım. 

Dizi olayın ortasından başlıyor başta anlayamıyorsunuz ama izledikçe flashbacklerle de her şey yerli yerine oturuyor. Olaylar başrol oyuncusu Elizabeth Moss'un canlandırdığı asıl ismi June Osborne, Handmaid ismi Offred'in gözünden anlatılıyor. İlk bakışta çok değil belki ama Offred bazı açılardan Meryem Uzerli'ye inanılmaz benziyor. (tek benzeten ben olamam herhalde?!) 
Olay tamamen distopya. Yani ütopya kavramının tam olarak olumsuzu. Bu da demek oluyor ki gerçek hayattan çok uzak, otoriter bir toplum ve devlet düzenini içeren, özel hayatı tamamen ortadan kaldıran, baskıcı bir düzen. 

Her ne kadar kurgu da olsa yaşadığımız dünya düzeni ve toplum yapısından ötürü çok da rahat rahat sırtınızı yaslayıp izlemeniz mümkün olmuyor, bir korku filmi gibi gerile gerile ya da öfkelene öfkelene izliyor bir yandan da olayları anladıkça neredeyse her bir karakter için ayrı ayrı üzülmelere doyamıyorsunuz. Bu gerilmelerin neden kaynaklandığını daha iyi anlayabilmeniz adına hemen bir örnek vereyim:

- Şimdi dünyayı anlayabiliyorum. Bunun öncesinde uyuyormuşum. Bunun olmasına böyle izin verdik. Kongreyi katlettiklerinde uyanmadık. Teröristleri suçlayıp anayasayı askıya aldıklarında yine uyanmadık. Geçici olacak demişlerdi hiçbir şey anında değişmez. Sürekli ısısını arttıran küvette farkında olmadan kaynayarak ölürsün...

Yukarıdaki anlatım Offred'e ait. Aslında Offred de demek istemiyorum ama June adını sonradan öğreniyoruz o yüzden böyle demek daha mantıklı gibi geliyor. 

Dizinin konusunu çok kısa özetleyeyim. Olay Amerika'da geçiyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi tamamen kurgu bir düzen. Doğurgan kadınlar ailelerinden koparılıyor, çocukları ve eşleri başka yerlere götürülüyor ya da öldürülüyor. Kadınlar da çocukları olmayan komutanların evlerine damızlık olarak veriliyor. Lezbiyenlik, kürtaj, çalışan kadın olmak korkunç büyük suçlar. Şeriat'ın Hristiyan versiyonu gibi düşünün. Bu ve benzeri suçlar işleyenler ya da kendilerine dayatılanlara karşı gelenler ya ölümle ya da çok kötü başka bir şekilde cezalandırılıyorlar. 

Yine yukarıda da bahsettiğim gibi biz olayları Offred'in anlatımıyla görmekle beraber paralel zamanlı olayları da takip ediyoruz. 

Offred zamanla biraz daha rahat hareket etmeye başlıyor bunun da en büyük sebebi kumandanın daha önceki Handmaid'inin intihar etmesinden ötürü içten içe duyduğu suçluluk hissi. 
Diziyi izlerken hem bırakamıyorsunuz hem korku filmi gibi sürekli bir kötü olay beklentisi içine giriyorsunuz hem de baya baya üzülüyorsunuz. Ben en çok Janine'e ve Luke-Nick-Fred üçlüsüne üzüldüm. Luke a doğal sebeplerden üzülüyorsunuz. Fred'e belki kızıyorsunuz ama yine de bir insaniyet görüp üzülüyorsunuz. Nick de gelecek sezonlarda can sıkıcı olabilir gibi çok da güven olmaz ama ona da üzüldüm. Hatta sanırım en çok ona üzüldüm. 

Dizide en sevindiğim sahne Samire Wiley'i gördüğüm zamandı. Orange is the new black izleyenler onu Poussey karakteri ile tanıyorlardır. Orada öyle üzücü bir şekilde öldü ki THT'de birdenbire görünce çok sevindim. 

THT ile ilgili enteresan bir ayrıntı; Handmaid'lerin isimleri gittikleri evdeki komutanın isminin önüne of eklenerek oluşturulması. Örneğin; offred-fred'in handmaid'i, ofsamuel-samuel'in handmaid'i gibi. 
Gerilseniz de mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Ayrıca dizinin feminizm koktuğunu düşünenlere çok katılmıyorum zira sadece ezilen kadınlar değil komutanlar dışındaki erkekler de çok eziliyor. Aslında komutanların bile hepsinin çok mutlu olduğunu düşünmüyorum. 

Ve sizde merak uyandıracağını düşündüğüm diziden birkaç konuşma:

- Artık bir "biz" olmalı, çünki artık "onlar" diye bir şey var.

- Ben de onun aklına geliyor muyum? Hala hatırlıyor mu beni? Yalvarırım Tanrım beni unutmasına izin verme...

- Bunu yapmaya hakları yok, bunu yapamazlar!
  Yapabilirler. başkentten beri ohal durumundayız
  Evet ama bu başka saldırıları önlemek içindi.
  Amaç teröristleri yakalamaktı belki de hiç terörist yoktu. 

Uzun lafın kısası bana göre The Handmaid's Tale hak ettiği gibi en iyi TV dizisi ödülünü, Elizabeth Moss da oldukça başarılı bir rol sergileyip En iyi kadın oyuncu ödülünü kaptı.

Herkese bol dizili günler :) 






Yorumlar

Popüler Yayınlar