the shape of water - film incelemesi


Merhabalar, dizilere ufak bir ara verip, yeni izlediğim 'The shape of water'dan (Türkçe ismiyle Suyun Sesi) bahsedeceğim bugün size. 

The Shape of Water 
Yapım yılı: 2017
Türü: Macera, dram, fantazi
Süre: 2 saat 3 dakika
Yönetmen: Guillermo del Toro
Oyuncular: Sally Hawkins, Michael Shannon, Richard Jenkins, Octavia Spencer
Amerikan yapımı.
İmdb puanı: 7,8 



Konusu şöyle; soğuk savaş döneminde, dilsiz bir kız olan Elisa (Sally Hawkins) yüksek güvenlikli bir devlet laboratuvarında temizlikçi olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda yalnız yaşamakta, sakin huzurlu bir hayatı vardır. Bir gün iş arkadaşı Zelda (Octavia Spencer) ile laboratuvarda suya hapsedilen bir yaratık üzerinde yapılan gizli bir deneyi fark ederler. Yaratığa yapılan işkencelere çok üzülen Elisa onu oradan kurtarmaya karar verir. 

Film oldukça duygusal olmakla beraber son dönem filmlerde yoğun bir şekilde hissedilen insanlıktan soğuma hissini de beraberinde veriyor. Sevenleri de nefret edenleri de çok fazla. Ben fikrimi yazının sonuna saklıyorum. 😊

Filmin atmosferi özellikle başlarda Jean-Pierre Jeunet havası verse de sonrasında başkalaşıyor. Del Toro'nun masalsı etkisi bu filme de yansımış. Eski Amerikan müzikleri, dansları, kıyafetleri ile bu hava iyice içine çekiyor. Bununla beraber 76 doğumlu olan Sally Hawkins'in 20'lik kızlara taş çıkartan fiziği; dilsiz bir kızı o müthiş bakışları ve mimikleriyle canlandırması sizi o masalın içinde yaşatıyor. 

Rahatsız eden klişeler yok mu; evet var! Eleştirenler de ağırlıklı bu klişelerden rahatsız olduklarını dile getiriyorlar fakat bence izlenilebilirliğini bozmuyor. 

Atmosfer ve müzikler izleyenleri büyülüyor. Bu atmosferi yaratan sinematograf tebrik edilmeli diye düşünüyorum ki, zaten bu alanda ödül de aldı. Çekimleri ve renk seçimleri ile o kadar başarılı ki gerçekten 50'lerin içinde gibi hissediyorsunuz. 

Filmle ilgili beni rahatsız eden yerlere gelecek olursak; atmosfer ve müzikler bu kadar güzelken Elisa'nın yaşadığı evin filmi izlerken maket gibi durması. Ayrıca senaryonun sanki acelece yazılıp ayrıntısız bir şekilde kurgunun yapılması. Dolayısıyla sanki hemen konuya girilmiş de karakterlerin duygusal geçişleri, ruh halleri, yapıları filme sığdırılamamış gibi duruyor. Bu da karakterlere bağlanmamı engelliyor hatta ana karakterlere gıcık olduğum yerler dahi oldu. Filmin sürükleyiciliğine akıcılığına diyecek hiçbir sözüm olmamakla birlikte ne yazık ki bende çok bir etki bıraktığını söyleyemeyeceğim. 

Filmin genel işlenişinden sıyrılıp, farklı bir boyuttan izleyebilirseniz çok fazla semboller kullanıldığını fark ediyorsunuz. Örneğin yumurta; insan ile yaratığın biraraya gelmesini sağlayan nesne. Yine diğer bir sembol de su. Su da yine iki ayrı türü biraraya getirdiği gibi savaşın, insanların yarattığı pislikleri temizleyip arındırmasını sağlayan bir diğer önemli madde. Burada Del Toro zıtlıkların birbiriyle olan geçişli yumuşak ilişkilerini anlatırken tarihin karanlık dönemlerine gidip insanlığın kötü yönlerini de ön plana çıkarıyor. Bu kötü dönemlerde dahi yaşamın, mucizelere her zaman açık olduğunu iyiliklerin bir şekilde yaşadığını vurguluyor. 

Bende eksik kalmışlık hissi çok oldu filmi izlerken ve bittikten sonra. Mesela Elisa da mı o türdendi de karada başkalaşıma mı uğradı? gibi... Evet film görüntü ve müzikleriyle çok başarılı olsa da kurgusal birtakım eksiklikleri olduğunu düşünüyorum. Bu yine de 13 dalda Oscar'a aday gösterilmesine engel olmadı! 



En güldüren yeri;
Zelda: "Never trust a man, even if he looks flat down there!"

ve en düşündürüp, hüzünlendiren yeri de şüphesiz bitimi;

"if i told you about her, what would i say? that they lived happily ever after? i believe they did. that they were in love? that they remained in love? i'm sure that's true. but when i think of her -of elisa- the only thing that comes to mind is a poem, whispered by someone in love, hundreds of years ago:
unable to perceive the shape of you
i find you all around me
your presence fills my eyes with your love
it humbles my heart
for you are everywhere"


"ondan bahsetmiş olsaydım sana ne anlatırdım?
sonsuza kadar mutlu yaşadıklarını mı? öyle olduklarına inanıyorum.
aşık olduklarını ve aşklarını hiç yitirmediklerini mi? bunun doğruluğuna eminim.
ancak onu, Elisa'yı düşündüğümde aklıma gelen tek şey, seneler seneler önce bir aşık tarafından fısıldanan şu şiir oluyor: 
Görmek mümkün değil senin şeklini, dört bir yanım seninle çevrili
varlığın doldurur gözlerimi aşkınla 
kalbim aciz kalır her yerdeki varlığınla"

iyi seyirler, bol filmli, dizili günler 😘

instagram sayfam dilifeful a uğramayı unutmayın. 


Yorumlar

Popüler Yayınlar